Daha dün gibi, koca bir çeyrek asır. Buruk bir hatırası vardır o günü yaşayanların üzerinde. Deprem bu tabiatın olması gereken bir kuralı da biz millet olarak tabi olamamışız o kurallara.
Heveslerin hırsa, bilgisizliğin umuda göz kırptığı beklentilere dönüşen bir ruh hali ile kendimizi ve çevremizi de geri dönüşü olmayan çıkmaz yola sürükledik ve halen sürüklenmeye de devam ediyoruz.
Bakın Türkiye yüzölçümünün %9’u kadar olan Marmara bölgesine Türkiye Nüfusunun %36’sını sığdırmayı nasıl başardık? Üstelik deprem kuşağına.
Şöyle bir senaryo hayal edelim…
Çınarcık fay hattının kırıldığını, o kırılma İznik fay hattını tetiklediğini ve İznik fay hattı da Adapazarı fay hattını tetiklerse neler olabileceğini hiç düşünüp elinizi çenenize koyup parmaklarınızı nasıl ısırdığınızı bile anlayamadığınız oldu mu?
Enkazdan çıkan, depremi dolu dolu yaşayan, umut ve umutsuzluk arasında bir nefes kadar yakın olan o anı unutmak gerçekten normal bir insanın harcı değil. Fakat ne yazık ki çok çabuk unutuyoruz.
Daha depremin yaraları bile soğumadan ağır hasarlı binaların yıkılmaması için kim bilir kaç kişi binasına hasarlı durum raporu almıştır. Olası bir depremde insanlara mezar olacak o barınakları belki satmıştır, belki de kiraya vermiştir.
Bina yıkılırken yaşadıklarımı yazacak olsam okurken bile çaresizliğin nasıl bir son olduğunun dehşetine kapılırsınız. Niyetim insanları üzmek değil, duyguları sömürmek de değil.
Biz depremlere ne kadar hazırız?
Örneğin herhangi bir ilimizin, herhangi bir ilçesinde kaç tane deprem konteyneri var? Hangi aralıklarda vatandaş depreme karşı oryantasyona tabi tutuluyor, Kızılay’ın kan bankası yeterli mi, araçların çalışma bölgeleri belirlimi, o araçları kimler kullanacak, kaç kişi yedek kullanıcı konumunda, İtfaiye, ambulans, emniyet güçleri yeterli mi, sahra hastaneleri nerelerde ne kadar zamanda kurulacak, bunların eylem planı yapıldı mı, kaç kere oyun teorisi ile tatbikat yapıldı, top yekûn koordinasyon nasıl sağlandı ?
Bulunduğum binada 5 kişi vefat etti, Değirmendere’ye gittiğimde kardeşimi enkazdan çıkartamadım, 17 yaşında hayatının baharında gencecik bir delikanlı, yandaki bina yıkılmış, içinde insanlar kalmış çıkarılamıyorlardı, bu umutsuzluğun en acı veren kısmı neydi biliyor musunuz? O bina yanıyor ve içerdekilerin çığlıklarını göz yaşları ile göğüs germekten ve bu olaya şahit olacağıma ölseydim demekten başka hiçbir çarenizin olmadığını yaşamak zorunda kalıyorsunuz.
Gölcük Deniz Hastanesinde gördüğüm manzara insanların nasıl duyarsızlaşabildiğinin delili idi. Açık havada yapılan narkozsuz ortopedi ameliyatları, açlıktan, susuzluktan yorgunluktan bitkin düşmüş doktorlar, inleyen ve yanında yatan Cesetlere yaslanmış yaralılar.
Gece karanlığa bürünmüş bir ilçe ve ceset kokularına gelen çakallar…
Beş katlı bina omuzlarıma vurup beni ezdiğinde, olayın sıcaklığı ile hiç bir şey anlayamadım. Altı ay ağrıdan yatakta yatamadım.
Sahi, bunlara ne kadar hazırız, hiç düşündünüz mü?
Y.Org.Blm.Uzm. Vahit Sunar