Son yazımın son cümlesini kendimize inanmakla tamamladığımı gördüm, böylece yazıma kaldığım yerden devam etmeye karar verdim. Kendine inanmak, kulağa ne hoş, ne güçlü geliyor dimi? Kendine inanmak. Kendine dönmek. Kendini tanımak. Bu o kadar önemlidir ki. Oysa bizler sadece bir şeyler olmaya çalıyoruz, birilerine bir şeyler, bir sürü etiketler ediniyoruz.
Anne, baba, kardeş, eş, çocuk, evlat, öğrenci, işçi, patron, sanatçı ve aklıma gelmeyen bir sürü başka şeyler. Ne acıdır ki, tek kendimiz olamıyoruz. Tüm bu etiketlerimizi rollerimizi üzerimizden çıkardığımızda ortada ne kalıyor? SEN. Saf sen’i tanıyor musun. Sen gerçekten kimsin, arzuların, hayallerin nelerdir, kendinle ne kadar barışıksın, kendi varlığına ne kadar inanıyorsun, kendine ne kadar inanıyor ve gücünün farkındasın?
Kendimizi unuttuğumuz bu süreçlerde hayat bize küçük küçük oyunlar oynamaya başlar, aslında amacı sadece bizi ikaz etmek istemesindendir. Çünkü bu hayatı biz başkaları için değil kendimizi bulmak ve gerçekleştirmek için geldiğimizi hatırlatmak istediğindendir. Oysa bizler var gücümüzle EGO’muzun da katkısıyla kendimizi tamamen unutur, başkalarının bize biçmiş olduğu rollere gireriz, hiç fark etmeden ve böylece yaşam amacımızı çarpıtırız.
Durum böyle olunca hayat bize daha büyük bir şeyle karşılaştırır. Mesela bu seferki tüm Dünya’yı ilgilendiren bir oyun oldu. Bir hava zerresinden bile daha küçük olan bir virüs tarafından tüm Dünya’da nerdeyse yaşam durdu, yaşam kendini rölantiye aldı. Rölantiye geçmiş olan hayat tabii ki biz insanlara fazlasıyla yansıdı. Oysaki bu sadece Evrenin konuşma şekliydi biz insanlarla. Yavaşlayın diye haykırıyordu.
Aç kapıyı, gir içeri diyordu yani kendine dön. Kendine dön ki, ne olduğunu bil, kendini tanı, yaşam amacını hatırla. Sen’i bu hayata başkalarının biçtiği hayatı değil kendi yaşam sahnende başrol oynamaya geldiğini hatırlatmaya çalışıyor. Sadece Ol diyor. Aynı bir ağacın tek görevinin ağaç olmasını bilmesi gibi, onun hayata hizmeti, meyve vermek, yaprak açmak, karbondioksiti oksijene çevirmek, hayata köklenmek gibi . Yani sadece yaşama katkı sağlamak. O kendini biliyor. Ya sen? Sen ne kadar o bildiklerinin içerisinde kendini biliyorsun?
Hayatını cennete mi çeviriyorsun yoksa hep aynı döngü içinde cehennemini mi yaşıyorsun. Kendini ne kadar seviyorsun da çevren tarafından sevilmeyi talep ediyorsun, içinde kendi dengeni ne kadar kurdun da hayatın sana dengeli davranmasını bekliyorsun. Kendine hangi sözü verip de tutmadın, kendine verdiğin sözleri tutmazsan başkalarının sana verdiği sözleri tutmasını nasıl bekliye bilirsin ki.
Yaşadığımız her olgunun kendi iç dünyamız da yaşadıklarımızın yansıması olduğunu Hayat sana daha nasıl anlatmalı ki sen bunu kavraya bilesin. İşlerin mi ters gidiyor, özel hayatında mı hep terslikler oluyor, mutsuz musun. Tüm bunların cevapları sende. Yapman gereken tek bir şey var, içine dönmen. Kendine varman. Kendini sevmen. Gerçekten sevmen. Sözde değil öz de sevmen. Kendine değer vermen. İçinde ne yaşarsan, dışarda onu bulursun. Bunun için de yapman gereken tek şey “Aç kapıyı, gir içeri”
Sevgiyle kal.