Dil, bir milletin kimliğini oluşturan en temel unsurlardan biridir. Tarih boyunca milletlerin güç ve etkisi, dilinin yayılma alanı ile ölçülmüştür. Bu nedenle, Huisman’ın ifade ettiği gibi “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” ifadesi, sadece coğrafi bir gerçeklikten öte, bir medeniyetin kültürel ve politik etkisini tanımlayan çok katmanlı bir anlam içermektedir.
Dil, milli kimliğin inşa edilmesinde çok önemli rol belirleyicidir. Milletlerin düşünce yapısı, dünyaya bakış açısı ve ortak hafızası, dil aracılığıyla nesilden nesile aktarılır. Bu bağlamda, bir dilin yayıldığı alan, o milletin etkisinin yansımasıdır. O halde dilin ulaştığı ve etkilediği coğrafyalarda, ülkenin siyasi ve kültürel güç merkezi olduğunu gösterir ve yayıldıkları alanlarda etkili medeniyetlerin önemli bir parçası haline gelmiştir.
Bu demek oluyor ki bir dilin ulaştığı her alan, o milletin kültürel diplomasisinin ve yumuşak gücünün önemli bir parçasıdır. O halde yayılan ve yayıldığı alanlarda etkili olan dil faktörü, uluslararası politikalarda büyük bir etkiye sahiptir. Tabii ki teknolojik ayrı üstünlüğün varsa.
Örneğin, 20. yüzyılda Sovyetler Birliği’nin etkisi altında bulunan ülkelerde Rusça’nın yaygın bir dil haline gelmesi hem kültürel hem de siyasi bağlılığın bir göstergesi olmuştur. Fakat İngilizce’nin uluslararası bir dil haline gelmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik ve politik gücünün bir sonucudur. Demek ki teknolojik üstünlüğün oluşturduğu Pazar, dilin sınırlarını da belirleyen önemli bir rekabet alanı oluşturduğu alan gibi kültürel bağımlılık da yapar.
Türkçe, tarih boyunca geniş coğrafyalara yayılmış bir dil olmasına rağmen modern dönemde Türkçe’nin yayılma alanı ve uluslararası etkisi, dünyadaki Türk devletlerinin bölge sınırlarına sıkışmış durumdadır.
Yabancı dil eğitiminin öne çıkarılması, Türkçe’nin ulusal ve uluslararası alandaki rolünü zayıflatmaktadır. Bu noktada, dil politikalarının güçlendirilmesi ve Türkçe’nin bir bilim ve teknoloji dili haline getirilmesi önem arz etmektedir.
Bu bağlamda bir milletin dili, sadece fiziksel sınırlarının ötesine uzanmakla kalmaz, aynı zamanda ideolojik ve kültürel sınırları da şekillendirir. İletilen fikirler, anlatılan hikayeler ve paylaşılan değerler, dilin ulaştığı alanlarda bir kimlik inşası yaratır. Bu nedenle, dilin korunması ve geliştirilmesi, bir milletin varlığını sürdürebilmesi için hayati bir öneme sahiptir.
“Dilim ulaştığı yere kadar ülkemin sınırlarıdır” sözü, bir milletin dilinin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda onun siyasi, kültürel ve ideolojik etkisinin bir simgesi olduğunu vurgular.
Türkçe’nin tarihsel bağlamda oynadığı rolü yeniden canlandırmak hem milli kimlik hem de uluslararası etkimizin artırılması için önemlidir. Bu bağlamda, dilin yayılması ve korunması için hem bireysel hem de kurumsal düzeyde çabalar gerekmektedir.
Vahit SUNAR